Yrd.Doç.Dr. A.Beyhan Özdemir
DEÜ GSF Fotoğraf Bölüm Bşk.
“Kanunname-i Osmani” veya “Kanun-ı Kadim” olarak da bilinen “Kanunname”, Osmanlı Devleti’nde cezalandırma, yönetim ve maliye alanlarında şer’i hukuka uygun olmak koşuluyla padişahın koyduğu yasalardır. Kanunname’de; “Yörük taifesi öteden beri Devlet-i Aliye’nin güzide ve cengaver, itaatli, ferman dinleyen askerlerinden olup, eski seferlerde küffar ile yapılan harplerde, kendilerinden iyice yararlık ve yüz aklıkları görüldüğünden, bu taifeye Evlad-ı Fatihan adı verilmiştir” denilmektedir. “Evlad-ı Fatihan” terimi, tam olarak “fatihlerin (fethedenlerin) evlatları” anlamına gelir. Rumeli’nin fethinden sonra, oralarda yerleşmek üzere, Anadolu’nun Müslüman-Türk halkından, aileleri ile birlikte gidenlere verilen addır.
Ancak Balkanlar’daki Türk varlığı Osmanlı Devleti öncesinde de söz konusuydu. Balkanlar’da örneğin, Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’da Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Kumanlar, Peçenekler ve Selçuklular gibi çeşitli Türk unsurlarının 378 - 1371 tarihleri arasında yerleşmiş oldukları da bilinmektedir. Türk nüfus, Osmanlılar’ın 1356’da Gelibolu Yarımadası’ndaki Çimpe Kalesi’ni almasından sonra Balkanlar’da hızla yayılmış ve 1912 yılına kadar yaklaşık 550 yıllık Türk egemenliğinde Rumeli, Türkleşmiştir.
Osmanlılar’ın Balkan Yarımadası’ndaki fetihleri sonucunda orada yerleşmeleriyle, yörüklerin sayıları artmış ve çok önem kazanmıştı. Rumeli’nin iskanı ve Türkleştirilip, İslam dininin yayılması amacıyla “Yörük” ve “Tatar Türkleri”nin bu bölgeye ilk defa ayak basmaları ise Yıldırım Bayezid zamanında olmuştur. 1691’de sultanın hatt-ı hümayunu ile Yörük Türkleri, “Evlad-ı Fatihan” adı altında ve Rumeli’nin sağ, sol ve orta kolunda olmak üzere yerleştirilmişlerdi. “Evlad-ı Fatihan”, önceleri “Yörük” deyimi ile birlikte kullanılmış ise de, daha sonraları yörük tabirinden vazgeçilmiştir. 1697’de yapılan sayıma göre, Rumeli’de “Evlad-ı Fatihan” olarak 1116 hane ve 16.582 kişi tespit edilmiştir.
İnsanlarını Türklerden ayırmanın imkansız olduğu, kılık kıyafetinden, yerel müziğimiz dedikleri ortak müziklerimize, geleneksel yemeklerimizden, geleneklerimize kadar, kısacası kültürlerimiz birbirine o kadar benzer ki, sanki bir bütünün parçaları farklı coğrafyalarda yaşamaya devam ediyor. Özellikle yemek konusunda Balkan mutfağı bize hiç de yabancı değil. Kurufasulyecileri, kebapçıları, börekçileri, Elbasan tavası ile aynı damak tadımıza hitap eden çok güzel ve özenli lokantaları, köftecileri ve börekçileri her yerde bulmak mümkün.
Balkanlar’da dolaşırken sanki Anadolu’daki bir kentte gibi, insanları sıcak, misafirperver ve Türk olduğunuzu duyduklarında gözlerinin içinin parladığını ve yüzlerinde bir sevinç ifadesi oluştuğunu görüyorsunuz. Küçük dükkanları, taş döşemeli sokakları, çeşmelerı, taş köprüleri vs. burası bizden biri gibidir, Osmanlı zorunlu olarak bu topraklardan ayrılmış gibi gözükse de fiili durum hiç de öyle değil gibi !
Yararlanılan Kaynaklar :
http://www.turktarih.net/index.php?turk=tarih&nu=366
http://www.itusozluk.com/goster.php/evlad+%FD+fatihan
http://www.sadakat.net/forum/tarihi-ve-kulturel-degerlerimiz/uskup-de-neresi-ki-7159.0.html
http://www.makturk.com/modules.php?name=News&file=article&sid=392
http://www.sosyomat.com/etiket/%C3%BCsk%C3%BCp